
SUNUCU: Evet. Neden peki kendimizi tanımaktan, daha doğrusu Allah’ı tanımaktan ya da Allah’ı bilmekten korkuyoruz?
ADNAN OKTAR: Aleyhine bir şey olacak zannediyor. Eğlencesi kaçacak, mutluluğu kaçacak, neşesi kaçacak zannediyor. Hâlbuki bilakis bir kere en büyük zevki elde eder. Derin sevmeyi elde eder. Dünyadaki en büyük zevktir. Nefs zevkidir. En büyük nefs zevkini kazanmış olur. Ne bu bir lokantada yemek yemeye benzer, ne bir turistik geziye benzer, ne bir müzik dinlemeye benzer; bütün zevklerin çok çok üstünde kıyaslanmayacak bir boyuttur. Zevk boyutudur. Bir altıncı histir. Bunu kazanır mümin. Ki bu zevki kazanan için 24 saat çok zevklidir, her şeyden çok zevk alır. Ufacık bir şey bile onda derin zevk meydana getirir. Ama öbür insanlar her şey var, parası da var, yiyeceği, içeceği var, zenginliği var ama bir türlü mutlu olmuyor. Yiyecekleri onu rahatsız eder yani onu ölüme götüren kolesterol yükleri olarak görür onları, öyle başına bela gibi görür. Evinin her an yanmasından, evinin elinden alınmasından, ekonomik yönden açmaza girip batmaktan… Bu tarz korkulardan bir türlü yakasını kurtaramaz. Çocuğunu okula gönderir mesela onun derdinde olur. Acaba arabamı çarptı? Bir şey mi oldu? Kendisinin bayağı dertleri olur. İşte gözüne bir şey olur; acaba gözümde kanser mi başladı? Dudağında bir şey meydana gelir; acaba kanser mi başladı? Bir yerine bakar ur mu acaba? Yok apandistim mi çıktı? Her gün bir endişe ve acı içerisindedir. Bir tek kendi adına değil, ailesi adına da acı ve korku içersindedir. Ve dolayısıyla sinirleri çok bozuk oluyor. Sürekli ya sigara içiyorlar yahut hırçın ve saldırgan oluyorlar veyahut uyuşturucuya başlıyorlar, bütün dünyada biliyorsunuz çok yaygın. Amerika’da ana konudur. Uyuşturucu içmeyen, kokain, esrar içmeyen insan çok çok nadirdir. Devlet yöneticilerinden tutun, halkın en zeminde uç kısımlarına kadar da bu yaygındır. (Sayın Adnan Oktar’ın Kanal 35’deki Röportajından, 14 Şubat 2009)
Allah'a ve Ahirete İman Etmedikleri İçin
Çevrenizde gördüğünüz herhangi bir kişiye "Allah'tan korkuyor musun?" diye sorsanız, bu kişinin vereceği cevap büyük bir ihtimalle "evet" olacaktır. Fakat bir insanın Allah'tan korkup korkmadığının tam olarak anlaşılması için, bunu sadece sözle ifade etmesi yeterli değildir. Kişinin gerçekten korkup korkmadığını, yani kalbindekini bilen sadece Allah'tır. Ancak müminler de bunu onun hem sözlerinden hem de davranışlarından anlayabilirler. Bu nedenle söz konusu kişinin Allah'ı razı etmek için yaptıkları ile bu konuda söylediği sözlerinin doğru orantılı olması gerekir. Eğer bir kişi Allah'a olan kulluk görevlerini tam olarak yerine getirmiyorsa, O'nun sınırlarını aşmaktan çekinmiyorsa ya da kendisine Allah'ın ayetleri hatırlatıldığı zaman bunlara uymuyorsa, bu kişinin Allah'tan korktuğuna inanmak mümkün değildir.
Allah Kuran'da kendilerine verilen öğütten yüz çeviren insanların durumunu şöyle haber vermiştir:
Buna rağmen, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çevirip duruyorlar? Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler;
Arslandan korkup-kaçmışlar. Hayır; her biri, kendisine açılmış sahifelerin verilmesini ister. Hayır; onlar şüphesiz ahiretten korkmuyorlar. Gerçek (şu ki), o (Kur'an,) elbette bir öğüttür. Artık kim dilerse, öğüt alıp-düşünür. (Müdessir Suresi, 49-55)
İşte yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, inkarcıların öğütten yüz çevirmelerinin, hatta kaçmalarının sebebi Allah'tan ve ahiretten korkmamalarıdır. Ancak bu insanlar şunu bilmelidirler: Yüz çevirdikleri her öğütten, duymazlıktan geldikleri her güzel sözden hesap günü sorulacaklar ve hayatlarında hiç karşılaşmadıkları bir azapla karşılık göreceklerdir. Kendilerine anlatılan gerçekleri her anlamazlıktan geldiklerinde, doğru yola yapılan çağrıya uymadıklarında cehenneme bir adım daha yaklaşmaktadırlar. Allah bu insanlara dünyada belirli bir süre tanır ve "belki öğüt alıp düşünürler" diye uyarıcılar gönderir. Bu süre, çoğu zaman Allah korkusu ve ahiret inancı olmayan insanları aldatır. Daha yaşayacak çok senelerinin olduğunu düşündükleri için kendilerine hatırlatılanlara uymazlar ve bunda da hiçbir sakınca görmezler. Hatta son derece saygısız ve isyankar ifadelerde bulunur, öyle ki "... söylediklerimizden dolayı Allah bize azap etse ya..." (Mücadele Suresi, 8) diyecek kadar ileri giderler. Bu sözleri sarf edecek kadar Allah korkusundan ve ahiret gerçeğinden uzak insanların müminlerin çağrılarına icabet etmeleri de zaten mümkün değildir.
Bu insanlar güzel söze uymamakla ne kadar büyük bir kayba uğradıklarını ancak ölümle birlikte anlayacaklardır. Ancak o zaman gerçek anlamda Allah korkusunu tüm benlikleriyle hissedeceklerdir. Cehennemin azabının şiddetini ise içine girip de onu tattıklarında öğrenmiş olacaklardır. Kuran'da bu insanlara cehennemde şöyle seslenileceği haber verilmiştir:
İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) "Bu gerçek değil miymiş" Onlar: "Rabbimiz'e andolsun, evet (öyledir)" derler. (Allah da:) "Öyleyse inkar ettiklerinizden dolayı azabı tadın" dedi. (Ahkaf Suresi, 34)
Vicdanlarına Değil, Nefislerine Uydukları İçin
İnkar edenlerin Allah yoluna çağrıldıklarında, bu çağrıya icabet etmemelerinin nedenlerinden bir tanesi de vicdanlarını göz ardı edip nefislerine uyarak hareket etmeleridir. İnsan zor bir durumla karşı karşıya kaldığında, önemli bir karar vermesi ya da iyi ile kötü arasında bir seçim yapması gerektiğinde içinden iki ayrı sesin geldiğini hisseder. Bu seslerden bir tanesi ona güzeli ve doğruyu gösterirken, diğeri kötü ve yanlış olana yönlendirir. Her insan içinde bu sesi duymuştur. Örneğin ihtiyaç içinde olan bir kişiye yardım etmek gerektiğinde içinden bir ses elinden gelenin en fazlasını bu kişiye vermesini söylerken, diğer ses eğer ona bu yardımı yaparsa, kendisinin ihtiyaç içinde kalacağını, bunu yapmanın ona kalmadığını ve daha pek çok kuruntuyu kulağına fısıldamıştır. İşte bu seslerden doğruyu ve güzeli gösteren vicdandır ve vicdan Allah'ın sesidir. Nefis ise kötülükleri fısıldar ve şeytanın sesidir.
Allah Şems Suresi'nde kişinin, nefsin kötülüğü emreden yönünden sakınmasını şöyle emreder:
Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)
Ayetlerde de bildirildiği gibi, Allah insana nefsin yanında, nefsin kötülüklerinden sakınma duygusunu da vermiştir. İşte vicdan aynı zamanda bu sakınma isteğidir ve kişiyi daima Allah'ın razı olacağı, beğeneceği tavırlara yöneltir. İnsan bu sese kulak verip uyduğu takdirde Allah'ın razı olacağı ve güzelliklerle dolu tertemiz bir hayat yaşar. Vicdan insana güzel söze uymasını, Allah'a teslim olmasını, Allah'ın sınırlarına titizlik göstermesini fısıldarken, nefis ise kötülükleri ve inkarı, öğütten yüz çevirmeyi emreder. Eğer bir insan vicdanına uymuyorsa nefsine uyuyor demektir ki, bu insan büyük bir ziyandadır. Çünkü Allah bir ayetinde nefsin kötülüğe yönelten yönünü Hz. Yusuf (as)'ın sözleriyle şöyle tanıtır:
"(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir." (Yusuf Suresi, 53)
Vicdan, Allah'ın dünyada insana, nefsin kötülüklerinden sakınmak için bağışladığı en büyük nimetlerden birisidir. Çünkü insan tüm hayatı boyunca türlü denemelerden geçirilir. Karşısına çıkan olaylarda, yapılan çağrılarda, verilen öğütlerde, iyi ile kötü olanı ayırt etmek ve birtakım tercihler yapmak durumunda kalır. Yaptığı bu tercihler, verdiği tepkiler ve kararlar onun sonsuz ahiret hayatındaki yerini belirleyecektir. İşte vicdan, insan ne yaparsa yapsın, nerede olursa olsun, hangi durumla karşılaşırsa karşılaşsın kalsın her şart ve koşulda kendisine Allah'ın beğeneceği en doğru ve güzel olan tavrı göstermeyi emreder. Kişi istese de istemese de, hatta vicdanının sesini bastırmaya çalışsa da vicdan yine susmaz, mutlaka hakkı insana fısıldar. Kişiye düşen ise bu güzel sese uymak ve Allah'ın yoluna davet edenlere, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıranlara icabet ederek Allah'a teslim olmaktır.
Her insan Allah'ın doğru yoluna, güzel ahlaka, hak dine uymaya, ibadet etmeye, yalnızca Allah'ın rızasını aramaya, ahirete yönelik hazırlık yapmaya, dünyevi hırslardan sıyrılmaya davet edildiğinde bunun doğruluğunu vicdanen bilir. Ama dini inkar edenler büyük bir hata olarak vicdanlarının sesini duymazlıktan gelir, nefislerinin kendilerini sürüklediği kötülüklere uyarak yaşamlarını sürdürürler.
Örneğin Allah'ın varlığını inkar etme yanılgısına düşmüş, ateist bir insan düşünelim. İşte bu insan vicdanının sesine kulağını tıkamış, nefsinin oyununa gelmiş bir insandır. Çünkü her insan çevresindeki yaratılış delillerini görebilecek, evrende var olan hiçbir şeyin tesadüfen oluşamayacağını, tümünün üstün kudret sahibi bir Yaratıcı tarafından var edildiğini anlayabilecek bir vicdana ve anlayışa sahiptir. Bu insana bir ağaç resmi göstersek ve "bu resim yere dökülen boyaların tesadüfen karışmasıyla oluştu, bilinçli bir şekilde yapılmadı" desek buna asla inanmaz. Ama belki aynı insan aklını, mantığını, vicdanını bir kenara bırakarak gerçek bir ağacın tesadüfen meydana geldiğini, yaratılmadığını iddia edebilmektedir. İşte bu, gerçekleri söyleyen vicdana uymamanın, nefsine uyarak inkarda diretmenin apaçık bir örneğidir.
Nitekim bugün çevremize baktığımızda bu çarpık mantığı ısrarla sürdüren birçok kişinin varlığı ile karşılaşırız. Bu insanlara iman etmeleri için yapılan çağrılar da sonuçsuz kalmaktadır. Kendilerine gösterilen delillere inanmamakta direten bu kişiler, vicdanlarını dinlemedikleri için güzel söze icabet etmemektedirler. Ama bu insanlar unutmamalıdır ki, hesap günü dünyadayken kendilerine yöneltilen çağrılara uymadıkları ve kendilerini yaratmış olan Allah'ın sonsuz kudretini takdir edemedikleri için büyük bir pişmanlığa kapılacaklardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder