13 Ekim 2015 Salı

“SAMİMİ İNSAN HER KOŞULDA VİCDANINA UYAR”


SUNUCU: Evet. Peki nefislerden bahsettik şirk koşmaktan bahsettik. Nefis mücadelesini nasıl sağlıyoruz biz? Ya da nasıl sağlayamıyoruz? Nerede nefsimize müdahale edemiyoruz? Nerede ediyoruz?  

ADNAN OKTAR: Evet insanın çıkarlarıyla, mantığıyla vicdanı çatıştığında eğer insan çıkarlarını tercih ederse, mantığını tercih ederse bu nefs demektir. Nefsini tercih ediyor demektir. Biz daima haktan yana doğrudan yana olmak durumundayız. Mesela bir insan var acı çekiyor ve rahatsız, bizim bunu kurtarma imkanımız var ama bu bize pahalıya mal olacak. İnsanlar bundan kaçınıyorlar. Mantık olarak düşünüyor “zaten az bir param var şimdi, gidip onu ona mı veriyim?” diyor. Ver tabi o paranı ona, Allah sana daha fazlasıyla verir. O adama o parayı vermiyor. Allah bu sefer o parayı ona hastane parası yaptırıyor. Kat kat fazlasını harcıyor. Hiç ummadığı yerlere harcar. Ve ahirette de nasibi olmaz. Yani her şeyde Allah’ın rızasının en çoğunu seçmek lazım. Dost seçerken, arkadaş seçerken, evlenirken, meslek seçerken, bir yere giderken, bir şey yaparken hep Allah’ın rızasının en çoğunu arayarak hareket etmek lazım. O zaman sürekli bir bereket ve güzellik olur. Aksinde bir uğursuzluk, bereketsizlik bir tersliktir gider. Ve dikkat ederseniz insanlar hep bir boğuşma içindedir hep “Tüh”, “Aksilik” “Battım”, “Yandım”, “Ölüyorum”, “Benden daha dertlisi var mı acaba?”, “Bütün ömrüm işte dertlerle belalarla geçiyor” der. Hakikaten de Allah süründürür. Ama dürüst samimi olan insanlar, hep Allah rızası için hareket edenlerin yolu hep açıktır, hep mutlu olurlar, hep güzel yolda gitmiş olurlar. (Sayın Adnan Oktar’ın Kanal 35’teki Röportajından, 14 Şubat 2009)

Kendilerini Diğer İnsanlardan Üstün Gördükleri İçin

İnkarcı insanı güzel söze uymaktan ve iman edenlerin yolunu izlemekten alıkoyan en büyük engellerden biri gururu ve kibiridir. Allah'ın "Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler…" (Neml Suresi, 14) ayetinde de bildirdiği gibi kibir, inkarın en önemli nedenlerinden biridir. Gurur ve kibir deyince ise akla hemen şeytan gelmelidir. Zira şeytan Allah'ın huzurundan bu yüzden kovulmuştur. Allah bu olayı Kuran'da şöyle bildirir:

Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.
(Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."
(Allah:) "Öyleyse ordan in, orada büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin." (Araf Suresi, 11-13)

Ayetlerde görüldüğü gibi, Hz. Adem (as)'a secde etmek şeytanın kibirine ağır gelmiş ve büyük bir akılsızlıkla kendisinin Hz. Adem (as)'dan daha üstün olduğunu iddia etmiştir. Cennetten kovulmasının nedeni budur. İşte dünyada da şeytanın yoluna uyan kişilerin durumu buna benzerdir; onlar da şeytanın telkinlerine açık oldukları için güzel söze uymazlar, çağırıldıkları şeylere kibirle ve küstahça karşılık verirler. Örneğin böyle bir kişiye hatalı bir tavrı hatırlatılarak, Kuran'a göre doğru olanın ne olduğu söylense, bu onun kibirine ağır gelecektir. Dolayısıyla da bu hatırlatmaya uymayacak, hatalı tavrını kesinlikle düzeltmeyecektir. Allah başka bir ayette büyüklük gururunun, yani enaniyetin insanları nasıl günaha sürüklediğini şöyle haber verir:

Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (Bakara Suresi, 206)   

Bir başka ayetinde ise Allah bu insanlara çağrıldıkları şeylerin ağır geldiğini bildirir ki, bunun da temelinde aynı sebep yatmaktadır: 

... Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten kendisine yöneleni hidayete erdirir. (Şura Suresi, 13)

Kuran'da inkarcıların doğru yola uymamak için öne sürdükleri mazeretlerden birinin de, kendilerine öğüt veren, iyiliği emreden kişilerin kendileri gibi etten kemikten insanlar olmaları olduğu haber verilmiştir. Bu zihniyet her dönemde yaşayan inkarcılar için geçerlidir. Allah inkarcıların bu ilkel mantığını pek çok ayetinde haber vermiştir:

Dediler ki: "Siz, bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsiniz, Rahman (olan Allah) da herhangi bir şey indirmiş değildir. Siz, yalnızca yalan söylüyorsunuz." (Yasin Suresi, 15)

Kavminden, ileri gelen inkarcılar: "Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz" dedi. (Hud Suresi, 27)

Bunun üzerine, kavminden inkara sapmış önde gelenler dediler ki: "Bu, sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor. Eğer Allah (öne sürdüklerini) dilemiş olsaydı, muhakkak melekler indirirdi. Hem biz geçmiş atalarımızdan da bunu işitmiş değiliz." (Müminun Suresi, 24)

Ayetlerde de bildirilen bu sapkın anlayışa göre, bir kişinin diğer bir kişiyi imana davet edebilmesi için diğer insanlardan üstün bazı özelliklerinin olması, hatadan ve kusurdan münezzeh bir varlık olması gerekmektedir. İnkarcıların bu sapkın düşüncelerine karşılık elçilerin verdikleri cevap ise Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

Resulleri onlara dediler ki: "Doğrusu biz, sizin gibi yalnızca bir beşeriz, ancak Allah kullarından dilediğine lütufta bulunur. Allah'ın izni olmaksızın size bir delil getirmemiz bizim için olacak şey değildir. Mü'minler, ancak Allah'a tevekkül etmelidirler." (İbrahim Suresi, 11)

Enaniyetin bir başka yönü ise karşı tarafın kendisinden daha akıllı olabileceğini, daha isabetli kararlar alabileceğini kabul etmemek, her zaman kendi aklının daha üstün olduğunu düşünmektir. "Aklını beğenmek" olarak nitelendirebileceğimiz bu kötü özelliğe sahip olan insanlar her zaman çok büyük bir kayıp içindedirler. Herşeyden evvel bu kişiler iyi ve güzel de olsa başka fikirlere kapalıdırlar. En ufak bir tavsiyeye, öğüde bile tahammülleri yoktur. Kendi akıllarını beğendikleri için hak olan her türlü çağrıya kulakları tıkalı ve de gözleri kapalıdır. Oysa Allah "... Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır." (Yusuf Suresi, 76) ayetiyle insanları bu yanlış düşünceden sakındırmıştır.  

İşte bu yüzden bir kişinin çevresindeki insanların kendisinden daha akıllı olabileceğini düşünerek her türlü fikre, eleştiriye, uyarı ya da tavsiyeye açık olması gerekir. Ancak burada söz konusu fikirler, uyarı ve tavsiyeler de muhakkak Kuran'a uygun olmalıdır. Çünkü cahiliye insanlarının birbirlerine yapacakları eleştiriler kendi batıl kıstasları ve kendi kötü ahlakları doğrultusunda olacak ve güzel yola iletmeyecektir. Ancak Allah'ın insanlara indirdiği yegane doğruluk kıstası olan Kuran'a uyan insanların çağrıları insana fayda verir. Çünkü müminler olayları Kuran ahlakıyla değerlendirebilen, temiz akıl sahibi insanlardır. Teşhisleri, olaylara bakış açıları ve yorumları hep Kuran mantığı üzerine kurulu olduğundan son derece isabetlidir. Aynı şekilde birbirlerine gösterdikleri çıkış yolları, problemler karşısında ürettikleri çözümler de öyledir. Bu durumda müminlerin her söylediğine, anlattıklarına, uyarı ya da tavsiyelerine rahatlıkla teslim olmak en akılcı hareket olacaktır. 

Ancak kendi aklını yeterli gören ve içinde bulundukları durumdan memnun olan kişiler kendilerini geliştirme ihtiyacı hissetmezler. Bu nedenle doğruyu ve güzeli bulamaz, kendi kurdukları küçük bir dünya içinde, hataları, eksiklikleri ve kusurlarıyla yaşamayı kabullenirler. İşte bu insanlar gurur ve kibirleri yüzünden büyük bir kayba uğrarlar. İyi ve güzel olan, kendilerini mutlu edecek, rahat ettirecek gerçekleri, -üstelik vicdanları da kabul etmesine rağmen- sırf enaniyetleri nedeniyle kabul etmezler. Ancak cehennem azabını tadınca bu gurur ve kibirleri son bulur. Artık Allah'a boyun bükmüş, teslim olmuş olarak sonsuza dek yalvarırlar, ama orada kendilerine "(Azabı) Tad; çünkü sen, (kendince) üstün, onurluydun." (Duhan Suresi, 49) şeklinde seslenilir.

İnkarcılar Güzel Söze Kötülükle Karşılık Verirler

Dediler ki: "Herhalde biz, sizlerden dolayı uğursuzluğa uğradık. Eğer (bu söylediklerinize) bir son vermeyecek olursanız, andolsun, sizi taşa tutacağız ve mutlaka bizden yana size acı bir azap dokunacaktır." Dediler ki: "Uğursuzluğunuz, sizinledir. Size öğüt verildi diye mi (uğursuzluğa uğradınız)? Hayır, siz ölçüyü taşıran bir kavimsiniz." (Yasin Suresi, 18-19)

Yukarıdaki ayetlerde kendilerine uyarıp korkutmak için elçiler gönderilen bir şehir halkının kendilerine verilen öğütlere karşı gösterdikleri çirkin tepki haber verilmektedir. Bu örnekte görüldüğü gibi inkarcılar, kendilerini güzel sözle hak dine davet eden müminleri açıkça tehdit etmektedirler. Ve bu tehditlerinin tek sebebi, müminlerin kendilerini Allah'a ve O'nun dinine uymaya davet etmeleridir. Bundan dolayı büyük bir kin ve öfkeye kapılırlar. Öyle ki, bu kin ve öfkeleri kimi zaman bakışlarına dahi yansır. Allah Kuran'da inkarcıların bu hallerini şöyle haber verir:

O inkar edenler, zikri (Kur'an'ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi. "O, gerçekten bir delidir" diyorlar. Oysa o (Kur'an), alemlere bir zikr (öğüt, hatırlatma, hüküm ve üstün bir şeref)den başka bir şey değildir. (Kalem Suresi, 51-52)

Allah'ın yukarıdaki ayetlerde de bildirdiği gibi, inkarcılar, sırf kendilerini hak olana çağırdıkları, ahireti ve hesap gününü hatırlattıkları için Allah'ın elçilerine bu derece kinlenirler. Oysa bu ve benzeri tepkiler ancak onların hak karşısındaki acizliklerinin ve çaresizliklerinin bir göstergesidir. Hakka karşı getirebilecekleri hiçbir açıklama olmadığı için bu tür yöntemlerle müminleri susturmaya çalışırken, gerçekleri görmezden ve anlamazlıktan gelmeye çalışırlar. İnananlar ise bu tepkilerden hiçbir şekilde etkilenmez, Allah'ın kendilerine emrettiği şekilde aynı güzel üslupla dini tebliğ etmeye devam ederler.

Kuran'da bildirilen Hz. İbrahim (as)'ın, babasını Allah'a kulluk etmeye çağırışı ve babasının bu çağrıya uymak yerine vermiş olduğu tepki her iki tarafın üslubu arasındaki zıtlığı yansıtması açısından önemli bir örnektir:

Hani babasına demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun? "Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım." "Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır." "Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi olursun." (Babası) Demişti ki: "İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursan, andolsun, seni taşa tutarım; uzun bir süre benden uzaklaş, (bir yerlere) git." (İbrahim:) "Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü, O, bana pek lütufkardır" dedi. "Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım." (Meryem Suresi, 42-48)

Hz. İbrahim (as) gibi üstün ahlaklı, Allah'ın Kuran'da yumuşak huylu olarak zikrettiği seçkin bir peygambere karşı, kendi babasının bu derece düşmanca bir tutum takınmasının tek bir sebebi vardır: Hz. İbrahim (as)'ın onu bir olan Allah'a kulluk etmeye çağırması, yani güzel söze uymaya davet etmesi... Hz. İbrahim (as) bunu yaparken babasına karşı son derece saygılı ve güzel hitaplar kullanmış, fakat buna karşılık babası öfke dolu cevaplarla ona karşılık vermiştir. Ama buna rağmen Hz. İbrahim (as)'ın üslubu hiç değişmemiş, Allah'ın emrettiği şekilde cahillik etmekte olan babasından güzellikle ayrılmıştır. 

Güzel Sözü Duymazlıktan Gelenler

Önceki sayfalarda anlattığımız gibi, müminlerin sözüne uymayanlar arasında türlü tepkiler gösterenler, saldırgan bir üslup takınanlar, yüz çevirenler, kin ve öfkeye kapılıp şiddetle söylenenleri reddedenler olduğu gibi bir de tüm öğütleri duymazlıktan gelen, tepkisiz olanlar da vardır. Allah Kuran'da bu insanları da bize tanıtmıştır. Bunlar ayette bildirildiği gibi, "kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlar..."dır. (Hac Suresi, 53) Müminlerin samimi ve hikmetli anlatımları bu kişiler üzerinde hiçbir etki oluşturmaz. Bu tepkisizliklerinin nedenini ise Allah Kuran'da şöyle açıklamıştır:

... Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)

Onlardan seni dinleyecekler vardır. Ama hiç duymayan -sağırlara -üstelik hiç akılları ermiyorsa- sen mi duyuracaksın? Ve sana bakacak olanlar vardır. Ama kör olanları -üstelik basiretleri de yoksa- sen mi doğru yola ulaştıracaksın? Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar. (Yunus Suresi, 42-44) 
De ki: "Ben sizi yalnızca vahy ile uyarıp-korkutuyorum. Ancak sağır olanlar, uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler." (Enbiya Suresi, 45)

Görünürde gözleri gören, kulakları işiten bu insanlar aslında Kuran'a göre bir anlamda kör ve sağırdırlar. Özellikle Allah "Yalnız gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir." (Hac Suresi, 46) ayetiyle bu insanların kalplerindeki manevi körlükten bahseder. Bu, aslında din ahlakını reddeden insanlara Allah'tan verilmiş çok büyük bir beladır. Büyüklenmelerine, inkarlarına karşılık olarak Allah bu kimselerin akıllarını ve anlayışlarını tamamen ellerinden almıştır. Bu yüzden kendilerine anlatılanları dinlemelerine rağmen bir türlü akıl erdiremezler. Allah inkarcıların bu hallerini bir başka ayette de şöyle bildirir:

Onlardan seni dinleyenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına (bir engel olarak) kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Onlar, hangi 'apaçık-belgeyi' görseler, yine ona inanmazlar... (Enam Suresi, 25)

İşte bundan dolayı Allah ayetlerinde müminlerin, bu insanları güzel ahlaka çağırmalarının ölü bir insana çağrıda bulunmaktan pek bir farkının olmadığını haber verir:

Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin. Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar bunlardır. (Neml Suresi, 80-81)

Bir insanın baktığını görememesi, işittiği ve gördüğü şeyleri kavrayamaması, kısacası kalp gözünün kapalı olması başlı başına çok büyük bir karşılıktır. Ancak inkarcılar içinde oldukları bu durumun kendilerinin aleyhinde olduğunu kavrayamaz ve saldırgan, inkarda direten, enaniyetli üsluplarını sürdürürler. Kuran'da doğru yola davet edilen bu insanların büyük bir gaflet içinde büyüklenmeyi sürdürdükleri şöyle haber verilmiştir:

Dediler ki: "Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalplerimiz bir örtü içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda bir perde vardır. Artık sen, (yapabileceğini) yap, biz de gerçekten yapıyoruz." (Fussilet Suresi, 5)

Kendilerini nasıl bir sonun beklediğinin şuuruna varmadan sarf ettikleri bu sözlerinde de görüldüğü gibi, inkar edenler gerçek anlamda bir körlük ve gaflet içindedirler. Kuşkusuz her insanın yukarıdaki ayetlerde haber verilen kişilerden olmaktan, onların durumuna düşmekten ciddi anlamda korkup sakınması gerekir. Çünkü bu duruma düşen insan büyük bir kavrayış eksikliği içinde hayatını sürdürecektir. Allah'ın ayetlerini dinleyip icabet etmediği için Kuran ahlakını yaşayamayacak, Allah'ın emir ve tavsiyelerini yerine getiremeyecektir. Yapılan hatırlatmalara, verilen öğütlere yüz çevirdiği için de inkar içindeyken bir gün ölümle karşılaşacaktır. İnkarcıların ölümle karşılaşma anlarındaki azapları ayetlerde şöyle tarif edilmektedir:

Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: "Yakıcı azabı tadın" diye o inkar edenlerin canlarını alırken görmelisin. Bu, ellerinizin önceden takdim ettiği işler yüzündendir. Yoksa şüphesiz Allah kullara zulmedici değildir. (Enfal Suresi, 50-51)

İnsanlar o günle karşılaşmadan önce hatırlamalıdırlar ki, hesap günü ortaya attıkları mazeretler kendilerini kurtaramayacaktır. Çünkü inkarda direnmeleri, şeytanın yoluna uymaları ve güzel söze uymamaları kendi seçimleridir. Yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi, Allah kullarına zulmedici değildir. Bu gerçek başka ayetlerde de şöyle bildirilmiştir:

Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz. (Onlara) Hatırlatma (yapılmıştır); Biz zulmedici değiliz. (Şuara Suresi, 208-209)

ÖLÜ OLANLAR DOĞRUYU İŞİTMEZLER

SUNUCU: Kalplerin mühürlenmesi ne demektir, kalbi mühürlenen insan iman etmek ya da etmemek ikileminde hangi noktada, hangi çizgide yer alır?

ADNAN OKTAR: O insanlar cehennemden getirilmiş insanlar. Cehennemden gelmiş insanlar. Peygamberimiz (sav) de çok tatlı ve çok sevimli, mübarek, öyle insanlarla karşılaşıyor. Onlara canı gönülden anlatıyor. Diyor ki Allah da, şeytandan Allah’a sığınırım, “Neredeyse kendini helak edeceksin, onlar iman etmiyorlar diye”, diyor. Peygamberimiz (sav) var gücüyle anlatıyor, iman etsinler diye. Onlar da boş boş bakıyorlar, böyle anlamsız gözlerle. Halbuki o zaten cehennemden gelmiş, iman etmeyecek, onun için Allah onu uyarıyor. Bak “Neredeyse kendini helak edeceksin” o kadar ruhu güzel ki, o kadar sevgi dolu ki, çok acı duyuyor onların iman etmemesinden, cehenneme gitmesinler diye, bu sefer de kendini geriyor. Çok üzüyor kendisini, o da sağlığını bozacak hale geliyor. Allah da neredeyse kendini helak edeceksin diyor Peygamberimiz (sav)'e. Onun için, öyle insanlar zaten özel yaratılmışlardır, cehennem için özel yaratılmış bir topluluk vardır, bunlar zaten oranın ekibi, yani oradaki toplantılarından geliyorlar bunlar. Orada zaten, faal halde onlar zaten şu an. Ve hiçbir şekilde anlamayacak şekilde yaratılmıştır. Gözü görmez, diyor Allah, kulakları işitmez diyor, onlar diyor hayvanlar gibidir, hatta hayvanlardan da aşağıdadırlar, diyor yani sözü anlamama yönünde. Bir de kalp gözleri de kördür diyor. Sen onları canlı zannedersin diyor Allah. Şeytandan Allah’a sığınırım, onlar ölüdür, diyor fakat Müslümanların bunu bilemeyeceğini, yani adam zombi gibi, ama yaşıyor zannediyor insanlar. Fakat ölü o, ben daha önce de söylemiştim. Ölü insan olur fakat fark etmezler. Yani birçok insan ölüdür aslında ölü insan vardır. Mesela, birçok insan da cindir, insanlar bilmezler. Şeytan da vardır. İnsanlar içinde gezer. “İns şeytan” insan şeklinde şeytan vardır, bilemezler. Ölü insanları da bilemiyorlar. Onun için ölüye anlatıyor, o da duvar gibi etkilenmiyor. (Sayın Adnan Oktar’ın Kanal 35’deki Röportajından, 7 Ocak 2009)

Güzel Söze Uymayanlar Şeytanın Yoluna Uyarlar

Önceki bölümlerde de bahsettiğimiz gibi, Allah her dönemde mümin kulları aracılığı ile insanları Kuran ahlakına ve Kendi rızasına uymaya çağırmıştır. Fakat samimi olarak iman edenler dışında insanların büyük çoğunluğu bu çağrıya uymamış ve kendilerinin iyiliği için söylenen bu sözlere kötülükle, isyanla, inkarla ve alayla karşılık vermişlerdir. Bunun en açık örneklerini Kuran'da geçen peygamber kıssalarında ve müminlerle cahiliye insanları arasındaki konuşmalarda görmek mümkündür. 

Burada önemli bir hususa dikkat çekmekte yarar vardır. Kuran'da haber verilenler geçmiş dönemlerde yaşamış inkarcıların verdikleri kötü tepkilerdir. Ancak onlarla ilgili bildirilenleri okurken bu tavırların geçmişte kaldığını, bir daha yaşanmayacağını düşünmek hata olur. Aynı tavır bozuklukları bugün de, geçmiştekilere benzer bir şekilde sürdürülmektedir ve gelecekte de sürdürülecektir. Bu yüzden geçmiş kavimlerle ilgili kıssaları okurken her insanın bunlardan kendisine de pay çıkarması, geçmişte yapılmış hataları tekrar etmemek için onların uğradıkları sondan ibret alması gerekmektedir. 

Ayrıca kendisine verilen öğütlere uymayan bir kişi, geçmiş kavimlerle ilgili bildirilen ayetlerde örnek verilen ifadelere bakarak "ben bu sözleri söylemiyorum, demek ki Kuran'da bahsedilen bu insanlardan değilim" diye de düşünmemelidir. Çünkü asıl önemli olan söylenen sözlerin ardındaki bakış açısı ve düşünce şeklidir. Bugün insanlardan kimileri tıpatıp Kuran'da haberleri verilen kişilerle aynı sözleri sarf edebilirken, kimileri de farklı kelimeler ve farklı tavırlarla aynı zihniyeti sürdürülebilmektedir. Çünkü yaşanan dönem değişse de doğru yola uymayan, öğütten yüz çeviren, büyüklenen inkarcı zihniyet değişmemektedir. Aradan yüzyılların geçmesi Kuran'da bildirilen gerçekleri değiştirmez. Nitekim Kuran'da Nuh (as)’ın kavminin yalanlaması gibi, onların ardından gelen birçok kavmin de benzer bir tavrı sürdürdüğü şöyle bildirilmiştir:

Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanladı ve kendilerinden sonra (sayısı çok) fırkalar da. Her ümmet, kendi elçilerini (susturmak için) yakalamaya yeltendi. Hakkı, onunla yürürlükten kaldırmak için, 'batıla-dayanarak' mücadeleye giriştiler. Ben de onları yakalayıverdim. Artık Benim cezalandırmam nasılmış? (Mümin Suresi, 5)

Oysa bu kavimlere gönderilen elçiler ve onlara uyan Müslümanlar, bu insanları alevli ateşin azabı ile açıkça uyarmışlardır. Kendi batıl dinlerini Allah'ın dinine tercih eden kişilerin hem dünyada hem de ahirette hüsrana ve azaba uğrayacaklarını haber vermişlerdir. Çünkü bu insanların uydukları yol Allah'ın yolu değil, şeytanın yoludur. Şeytan ise insanları kurtuluşa değil, cehennem ateşine çağırır. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirir:

Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır. (Fatır Suresi, 6)

Müminler bu insanları Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine çağırırken onlar kendilerine anlatılanlara uymamakla ve yüz çevirmekle zaten şeytanın bu davetine uymuş olurlar. Yoksa kime sorulsa "ben Kuran'a uymuyorum ve şeytanın çağrısına uyuyorum" şeklinde birşey elbette söylemez; hatta böyle birşeyi şiddetle reddeder. Ama inkarcılar kabul etseler de etmeseler de güzel söze uymamakla fiilen bu tercihi yapmış olurlar. 

İnananların cennete ve Allah'ın mağfiretine çağırmasını dinlemeyip, şeytanın çağrısına uyanlar ve onun vaat ettiği uzun emellere aldananlar ise ahirette tam bir hüsrana uğrarlar. Peşinden gittikleri şeytan onları yarı yolda bırakacaktır. Allah şeytanın yoluna uyan insanların ahirette nasıl bir duruma düşeceklerini bir başka ayetinde şöy

le haber verir:

İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: "Doğrusu,   Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtacak değilim, siz de beni kurtacak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azap vardır." (İbrahim Suresi, 22)  

En başta belirttiğimiz imtihan ortamının bir gereği olarak her insan dünyada hem şeytanın hem de müminlerin çağrısı ile muhatap olur. Ama seçimini ne yönde yapacağı kişinin kendisine kalmıştır. İnsan unutmamalıdır ki, herkes sonsuz hayatını bu tercihine uygun bir şekilde yaşayacaktır. Şeytanın çağrısına uyanlar cehennem ehlinden olacak, güzel söze icabet edenler ise sonsuz cennetle karşılık göreceklerdir. Öğüt alıp düşünmek ve güzel söze uymak her insanın kendisine kalmıştır:

... Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. (Bakara Suresi, 221)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder